1980 yılından sonra birdenbire kıymete binen ticari taksi plakası ilgili ilgisiz herkesin dikkatini çekti. Bir zamanlar plaka almak çok kolayken fırsatı kaçıranlar hayıflandı. “Keşke alsaydık, bu kadar değerleneceğini bilmedik!” diyerek pişmanlıklarını dile getirdiler. Taksi plakasının yaptığı prim ve getirdiği gelir herkesi imrendirdi. Tabi imrenmek başka, haset etmek başka şey. Birileri de kıskançlık edip bunun önüne nasıl geçeriz diye yollarını aradı.
Türkiye’de yaklaşık yüz bin taksi plakası var. Bunların en değerlisi yakın zamana kadar İstanbul plakasıydı. Yakın zamana kadar diyorum çünkü Ekrem İmamoğlu döneminden itibaren İstanbul plakası giderek değer kaybetti. Altın, tenekeye dönüştü. Aslında süreç Ak Parti döneminde başladı. Konuyu sürekli gündemde tutarak taksi sektöründeki sorunları abartılı bir şekilde gözümüze sokan birtakım odaklar neredeyse her akşam bir taksici olayını ‘sarı terör’ ve nefret söylemleri ile ekranlarımıza taşıdırlar. Gazetelerde ve köşe yazılarında hakaretlere varan makaleler neşrettiler. Bir takım soytarı kılıklı muhabirler hastane önlerinde koltuk değneği ya da tekerlekli sandalyede bekleyip, durmayan, müşteri seçen taksicileri kayıt altına alıp haber bültenlerinde teşhir ettiler. Trafikte eksik olmayan kavga gürültüyü ayıklayıp sadece taksicilerin kavgacı olduğunu ima eden haberler yaptılar. Yaşlı başlı profesörleri bu konuda konuşturup algı oluşturdular. Ve bunlar yaşanırken kimse bu işin istatistiğine bakmadı.
İstanbul gibi bir metropolde yaklaşık 20 bin taksi çalışıyor. Korsanlar bunun dışında tabi. Ticari taksiler günde yaklaşık bir buçuk milyon iş alıyor. Yani bir buçuk milyon defa taksimetre açıyor. Bu da yılda yaklaşık 550 milyon adet işe tekabül ediyor. İnsan unsuru olan her yerde olduğu gibi takside de şikâyetin olmaması mümkün değil. Yıllık 60 bin kayıtlı şikâyet var. Kayıtsızlarla beraber sayıyı abartarak bir milyon olarak kabul etsek 1/550 eder ki %1’e tekabül etmediğini görüyoruz. Yine de makul bir oran olduğunu düşünüyorum.
Aslında bunun da önüne geçilir. Öncelikle sistemin nasıl işlediğini anlatalım. Plaka sahibi olmak taksicilik yapmak için artık yeterli bir şey değil. Öncelikle belediyeden çalışma ruhsatı edinmelisiniz. Bu ruhsatı almak için de birtakım şartlar gerekiyor. Psikoteknik ve uyuşturucu testiyle birlikte şoför kartı sahibi de olmalısınız. Yani kimin taksi sürücüsü olacağına belediye karar veriyor. Uyuşturucu testinden geçmek biraz sıkıntılı. Zira bir gün önceden portakal suyu bile içseniz testin pozitif çıktığını söylüyorlar. Bu sebeple parasını ödediğiniz müddetçe negatif sonuç alana kadar teste girebilirsiniz. Bu durum gerçekten uyuşturucu müptelası olan birinin de negatif sonuç alana kadar defalarca bu teste girebilmesine imkân veriyor. Raporu aldıktan sonra bağımlı iseniz içici olmaya devam etmek mümkün. Sistemin ne kadar güvenli olduğuna siz karar verin.
Şoför kartı almak için de sadece kart parasını belirtilen hesaba yatırmak yeterli. Hiçbir eğitim, test, yeterlilik sınavı gerekmiyor. Saldım çayıra Mevla’m kayıra. Böylece hiçbir adres bilgisi, mesleki tecrübe, iş ahlakı, sertifika, diploma veya referans gerektirmeden taksici oldunuz. Caddeler ve sokaklar sizden hizmet bekleyen müşterilerle dolu. Zira İstanbul’da en ucuz ulaşım taksidir. Çünkü giderler ve maliyetlere %150 zam gelirken taksi tarifesine %10 gibi zam yapmak maalesef alışkanlık olmuş. Bu durum taksinin gereğinden fazla rağbet görmesine, trafik yoğunluğundan dolayı da sayının yetersizliği sonucuna ulaştırıyor. Bu algı gereksiz plaka ihalesini de haklı bir sebep gibi gösteriyor. Oysaki bir taksi normal bir araçtan 8 kat fazla yoğunluğa sebep olduğu gerçeği bilimsel olarak elde edilmiştir. Böylece trafik sorununu taksi plakası sayısını artırarak içinden çıkılmaz bir döngü haline sokmuş oluyorsunuz. Bu durumda müşteri yine taksiye ulaşamıyor ve hizmet kalitesi denetlenemediği için düşüyor.
Aslında Ekrem başkanı suçlamak haksızlık olur. Zira Ak Parti yönetimi zaten bu işin altyapısını hazırlamıştı. O güne kadar süregelen uygulamayı CHP İstanbul idaresini alınca devam ettirdi. Hatta Ak Parti'nin il meclisinde veto ettiği plaka ihalesi de aslında kendi yönetiminin planlarında bulunuyordu.
Tabi olayın içinde başka aktörler de var. Özellikle küresel ölçekte korsan taşımacılık yapan birtakım şirketler ve gayri resmi yerli korsanlar da pastadan büyük dilimi kapmak için bekliyor. Bunlar ulusal ve sosyal medyanın fenomenlerini fonlayarak taksici nefretini körükleyip gelecekte kendilerinin yapacağı kanunsuzluğa kılıf hazırladılar. Yani bu kadar sorunlu “terörist taksiciler” zamanı geldiğinde bir haksızlığa uğratılırsa kamuoyu desteğinden mahrum kalmalı ki birileri emellerine ulaşabilsin. Mesela bir gün gelir de devlet taksicinin parayla aldığı plakasını elinden çekip alırsa kimse çıkıp “Ayıptır, mülkiyet hakkı anayasa ile teminat altında. Siz haksızlık ediyorsunuz!” demesinler.
“Böyle şey olur mu?” demeyin. Bugünlerde Türkiye’nin her yerinden taksiciler Ankara’ya akın ediyor. Sebebi de ortalıkta gezinen bir mülkiyet kanunu söylentisi. Öncelikle sanki taksi plakası mülkiyeti taksicinin değilmiş gibi, taksici bu servetini istediği gibi alıp satamaz ve miras olarak bırakamıyormuş gibi birileri gelin bu plakaların mülkiyetini size verelim, diyerek bir sazan sarmalını kurguladı. Bizim esnafımız saf ve temiz yüreklidir. İşin altındaki şeytanlığı ilk anda anlayamaz ama aptal da değildir. Mesleğinin ve servetinin güvence altına alınacağını beklerken yasayı görüşen bir komisyon üyesi “Bu kadar da olmaz!” diyerek haksızlığa itiraz etmiş. Akabinde konuyu dışarıya sızdırarak esnafın da haberdar olmasını sağlamış. Böyle haber çabuk duyulur tabi. Komisyon konuya gizlilik getirse de çanak çömlek patladı bir kere. Yasanın içeriğine göre taksi plakası mülkiyeti kalkıyor ve plaka sahipleri artık kendi mülkünde kiracı durumuna dönüşüyor. Belli bir süre kiracı olduktan sonra plakayı bedelsiz belediyeye iade ediyor. Tabi bu süre zarfında bir suç işlediğinde -ki bu durum da net değil- plakana el koyuluyor. Yasanın en sivri kısmı bu iken başka şeyler de var. Şirketlerin de taksicilik yapma imkanına yol veriyor. Plaka üzerindeki her türlü tasarrufu belediyenin yetkisine aktarıyor. Yani bir meslek grubu yılların emeği ile birlikte tarihe gömülüyor.
Şimdi yapılan bu haksızlık karşısında kamuoyunda olması gereken tepkiyi görür müyüz? Bence hayır! Çünkü taksici denildiğinde her zaman gözümüz önüne gelen kavgacı, saygısız, kural tanımaz, müşteri seçen ve nefret uyandıran insanlar geliyor. Çünkü bize gösterilen buydu. Gözümüze sokarcasına taksiciden nefret ettirdiler ki planlarını gerçekleştirince kimse bu insanlara acımasın. Haksızlığa uğradıklarında arka çıkmasın.
“Yaşanan olumsuzluklar yalan mıydı?” diyenlere de hak veriyorum. Evet, fazlası da var. Fakat yasa gereği taksiciyi ilk elden denetleyen Büyükşehir Belediyesi görevini gereği gibi yapmazsa ve toplu taşımadaki sıkıntıyı gizlemek için taksi sektöründeki sorunları göz önünde tutarsa bu işler düzelmez. Denetim doğru ve isabetli yapılmalı. Herkes taksici olamamalı. Toplu taşımadaki sorunlar çözülmeli ki trafik sonu da çözülebilsin. Böylece İETT otobüsünün bile düzenli çalışmadığı birtakım semtlere taksici gitmek istemediğinde onu suçlayabilelim. Taksimetre ücretlendirmesi bilimsel ve gerçekçi olmalı. Böylece hakkını alamayan bir takım zayıf karakterli taksi şoförleri başka yollara tevessül etmesin.
Anayasaya göre mülkiyet hakkı diğer haklarla birlikte teminat altındadır. Bununla birlikte verilen haklar geri alınamaz konusu da anayasada kayıtlıdır. Bu karineyi delersek yarın barınma hakkı kutsaldır diyerek ev sahiplerinden evlerini almak, beslenme hakkı vazgeçilmezdir diyerek marketlere el koymak, işçi hakkını alamıyor, işverenler hak hukuk tanımıyor diyerek fabrikaların mülkiyeti devlete, belediyeye geçirmek gerçekleşir mi bilemiyorum! Bu durum size bir yerden tanıdık geliyor mu?
İyi günlere ulaşmaktan hiç ümidimizi kesmeyelim.
Saygılarımla.
Cüneyt Tüzel