AVRUPA PARLAMENTOSU'NUN TÜRKİYE MESAJI
Avrupa Birliği, belirlenen kriterleri yerine getiremeyen ülkeler için geniş marjlı ayrıcalıklar tanırken, Büyük Britanya için ise Brexit öncesi sürekli istisnai koşullar konulmakta idi. Türkiye ise AB’nin mevcut statükosunu harfi harfine kabul edip, AB Bakanlığı’nı ihdas etmesine rağmen sistemin bir parçası olarak hâlâ kabul görememektedir.
AB’nin Türkiye konusunda olumsuz yaklaşım içerisinde olmasının ana nedeni, farklı mecradaki kültürel akım olup, Batılı manadaki demokrasi anlayışı ise bu farklı akımın çok gerisinde kalmaktadır. Avrupa Parlamentosu’nun sürekli Türkiye’nin Avrupa Birliği isteğine müdahil olmaya çalışmasının ana nedeni de bu olsa gerek.
Avrupa Parlamentosu, 2016 yılının Kasım’ında aldığı bir kararda Türkiye ile üyelik müzakerelerinin “dondurulması” çağrısında bulunmuştu. Avrupa Parlamentosu’nun önceki gün Türkiye Raporu’na ilişkin olarak yaptığı oylamada 477 parlamenterin Türkiye ile müzakerelerin dondurulması yönünde oy kullanması ise dikkat çekici olmuştur.
Avrupa Birliği yolunda Türkiye’yi bekleyen asıl sorun Roma Anlaşması’nın 235. maddesinde yer alan üstü örtük ve muğlak “Anlaşmalarda zikredilmemiş yetkilerin” bir başka ifadeyle, AB yetkilerinin belirsiz bırakılmasıdır. Bu nedenle Türkiye, tüm kriterleri yerine getirmiş olsa bile, bu üstü örtük muğlak yetki dâhilinde üyeliğe alınması söz konusu olmayabilir.
AP’nin Türkiye’ye yönelik aldığı son karar, Türkiye’de AB’ye karşı duyulan endişelerin haklılığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda ortaya çıkan bu tablonun görmezden gelinmesi ve üyelik konusunun belirsizliğe terk edilmesi, Türkiye’de kamuoyunun AB’ye karşı olan endişelerini daha da artırmaktadır.
Avrupa Birliği’nin nihai hedefinde Türkiye’nin yerinin olmadığı ayan beyan ortada iken, bu konudaki kaygılar ve kuşkular da gün geçtikçe daha da artarken hâlâ AB üyeliği konuda ısrarcı olmak anlaşılır gibi olmasa gerek.
Aslında, 1970’li yıllarda petrol krizi sonucu Avrupa’da yaşanan durgunluk ve işsizliği “Eurosclerosis” olarak ifade eden Alman ekonomist Herbert Giersch’in ortaya koyduğu ekonomik kaygılar, günümüzde yeniden uç vermeye başlamıştır. Brexit sonrası gelişmeler ve Rusya ile yaşanan sorunlar, AB’yi yeniden ekonomik açmazın eşiğine getirmiştir.
Türkiye’de hükümetin; büyük bir coşkuyla (exhilaration) Avrupa Birliği’nden medet umması ve AB’ye katılım müzakerelerinin yeniden canlandırılması yolunda yeni fasılların açılması ve AB zirvelerine davet edilme gibi talepleri sürekli gündeme getirmesi dikkat çekicidir.
AB’nin ilerleme raporlarında ve üyelik sürecinde, Türkiye’ye öne sürdüğü öneriler, Türkiye’nin egemenliklerini aşındırmaya yönelik ve yerine getirilebilmesi mümkün olmayan ve en önemlisi içeriklerinde ciddi sorunlar barındırırken, hâlâ AB konusunda ısrarcı olmak akıl kârı olmasa gerek.
Hatırlanacağı üzere, Fransa’nın Almanya’ya karşı haklarının eşit düzeyde korunması esasını oluşturan, Charles de Gaulle’nin ‘force de frappe’ (vuruş gücü) benzeri yaklaşımından yola çıkarak ortaya koyduğu irade dahi yetersiz kalırken, Türkiye’nin ise tam teslimiyetçi politikalarla Avrupa Birliği’nde söz sahibi olması asla mümkün değildir.
Türkiye’nin, Avrupa ile bütünleşme konusunda sürekli önüne konulan Kıbrıs, Güneydoğu, göçmenler konuları gibi kronikleşmiş sorunlarla, aday ülke muamelesi görmekten uzak bir çizgide tutulmaya çalışıldığı görülmektedir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye, ısrarla AB ile işbirliğini güçlendirebilmek için her yolu denerken, AB ve AP ise her fırsatta Türkiye’nin ‘Europhoria’ umutlarını bir başka bahara ertelemek uğraşısı içerisindedirler. AP’nin son aldığı karar bunun en bariz göstergesi olsa gerek.
Türkiye’nin, yeni bir eylem planı ile hiçbir işlevi olmayan tabela görünümlü Avrupa Birliği bakanlığını bir an önce lağvederek, yerine D-8 bakanlığını ihdas etmesinin zamanı daha gelmedi mi acaba?