KÜLTÜREL İŞGAL SİLAHLI İŞGALİN ÖN HAZIRLIĞIDIR.
Kapitalizm orman kanunudur. Güçlü olan öbürlerini yok eder. Kural budur!
Bunun için ekonomiyi, siyasi mekanizmaları, silahlı gücü, bilimi ve medyayı kullanır.
Soğuk savaş döneminde propaganda araçlarının, ve medyanın kullanımını konu alan binlerce çalışma vardır.
Amerikalı bilim adamları ‘yeni dünya düzenine’ geçmek için, işgal kadar ‘kültürel üstünlük yaymanın farz olduğunu’ söylemişlerdir. Buna göre ‘uluslar arası piyasalar genişleyecek, ideolojik taarruz buna eşlik edecektir’..
İdeolojik taarruz!
İdeolojik taarruz’un en önemli araçları eğitim ve medyadır. Medyanın en etkili dalı görsel olandır.
Görsel medyanın toplum şekillendirmesinde önemli rolü vardır.. Algı değişimini en kolay yoldan sinema ve tv yapmaktadır.
Algı yönetimi, ‘görünmez’ bir süreçtir ve ideolojik taarruzun en önemli ilkesidir.
Amerikalı antropolog Nader, şöyle der: ‘Görünmez faktör, kontrol süreçlerinin ve mekanizmalarının toplamıdır. Görünmezlik zihinlerin sömürgeleştirilmesi yoluyla başarılmaktadır!
Buna göre yanlış olan, doğru görünür. .. Düşünülemeyecek davranışlar normalleşir. İtiraz eden bağımsız düşünceliler, kavgacı ‘çatışmacı’ sayılır…’
Toplumlara çeşitli ‘tipolojiler’ dayatılır ve medya vasıtasıyla o tiplemelerle oynanır.
SURVİVOR ya da benzeri tv programları, son 10 yıldır onlarca ülkede milyonlarca kişiyi ‘Yeni Dünya Düzeni’nin toplum mühendisliği için formatlamaktadır.
Küresel sermaye için, ‘Güc’ün silahlı kullanımı (hard power) yanısıra, ‘yumuşak’ kullanımı da (soft power), had safhada önemlidir.
***
Oyun iki takıma ayrılmış yarışmacıların birbirini kırıp dökmesine dayalıdır.. Açlık soğuk, psikolojik gerginlik ortamında en çok direnen parayı ve ödülleri kazanır.. Arkadaşlarına en sinsi davranan parsayı alır..
Oyunun dekorundan, sunucunun tarzına kadar, ekrana ‘yeni dünya düzeni’ kalıpları damga vurmaktadır.
En yakın dostlar birbirine karşı yırtıcı bir mücadeleye girişir ve işin psikolojik boyutu yarışmacıların insani duygularının törpülenmesini gerektirir.. Bir bir elenirlere ve kalanlar birbirine karşı diş biler……Oyunlar giderek sinsileşir.
Ekranda ‘yeni dünya düzeni’nin yırtıcı, aktörleri.. vardır.Gelecek çağın duygusuz robotlarını üretmek için mükemmel bir ekran denemesidir Survivor…
Mesela sevecen karakter Pascal Nouma, Survivor’ın Türkiye versiyonunda, ülkemizde belli bir kesimi temsil eden karikatür tiplemelerce kışkırtılınca oyun dışına itilivermiştir.
‘Dobra’ Asena, dobra olmasının bedelini ödemektedir. Yani bu gibi özellikler ‘iyi’ değildir..
Bu gibi oyunlarda kapitalizmin arkadan vurma yöntemleri geçerlidir. Ve o yöntemleri en iyi benimseyenler model olarak gösterilir.
İyi niyetle bu gibi yarişmalara yem olan kişiler, ‘dürüst, insanca değerleri savunan’ bireyler olmayı hedefleyebilirler…
Ama unutmasınlar, oyun ‘KÜRESEL’.
Kim küresel jungle’a uygunsa o zirveye gider! Giderler de ne mi olur.. Biraz para, biraz ekran şöhretine ulaşır ve yeniden sistemin karanlıklarına dönerler. Survivor iştahla yeni kurbanlarını bekler..
Mark Burnett’in, Charlie Parsons’ın ve eşi Lord Alinin banka hesapları ve Survivor pazarlayan yerel şirketlerin hacmi biraz daha genişler!
Ekrana yapışmış milyonlar her geçen saniye yoksullaşır ve yokluktan çıkmak için gerekli iradeleri bu ve benzeri medya oyunlarıyla felce uğratılır. !
Genç kardeşlerim, ekranlardan üzerinize boşaltılan algı bozucu yayınlara karşı kalkanlarınızı yükseltin!
Orman kanunlarıyla ‘hayvanlar’ yaşasın, biz insanca bir düzen için uğraşalım!
Acun Ilıcalı Kime Çalışıyor?
Bir yarışma var ekranda… 5 yaşında bir çocuk, Berlin’de. Hemde annesi getirmiş onu bu sirke!
Işıl ışıl kendine büyük gelen takım elbisesi, yüzünün yarısını kaplayan ışıltılı fötr sapkası, bir eli eldivenli, küçücük bedenini eğip bükerek Michael Jackson olmaya çalışıyor. Belli ki günlerdir bu ana hazırlanıyor…
Yaşamını küresel bir sembol olarak geçirip, şüpheli bir ölüme giden bir pop şarkıcısı, kimbilir hangi rüzgarın Almanya’ya attığı bir Türk ailenin 5 yaşındaki oğlunu esir alıyor…
Küçücük bir çocuk sirk maymunu gibi ‘ünlü jüri’nin önüne atılıyor. 5 yaşında hayatının ilk yarışmasına katılıyor, kan ter içinde Amerikalı pop sembolü olmak için vargücüyle uğraşıyor… …
Ardından yaşamını sahne ışıkları altında garantileme umuduyla kendini jüri ve kameralar önüne atan diğer yarışmacılar, birer ‘yürek ağrısı’ bir nevi ‘işkence’ gibi Amerikan pop sembollerini canlandırıyorlar! Ünlü jüriye övgüler düzüyorlar…
15, 20, ve hatta 5 yaşında Türk çocukları, vatanlarından ‘sürülmüş’ dedelerinin anıları ve Almanlaşan hayalleriyle sahnedeler. Küresel sermayenin çarkları arasında ince ince kıyılıyorlar. …
‘Amerikalı’dan çok Amerikalı’ gibi oldukları için saygıdeğer jüri üyelerinden övgüler alıyorlar.
İşte buydu anlatmaya çalıştığımız… İşte ekranda çocuklarımız. Hepsi kıvrılıp dökülüyor, hepsi İngilizce şarkıları sular seller gibi okuyor.. Hip hopu Amerikan varoş delikanlılarından daha iyi yapıyor!
Ne demişti küresel efendiler , yarım asır önce: ‘Hedef ülkelere sadece sermayemizi değil, geleneklerimizi, kültürümüzü yerleştirmeliyiz!’ (Max Weston Thornbourg, Oltadaki balık Türkiye, Emin Değer)
Ekranda eski bir konsolosluk çalışanı Zeki Müren taklidi yapıyor, 4 Makedonyalı Türk, hip hopla kendinden geçiyor, babası Nijeryalı annesi Türk bir genç kız blues döktürüyor. Annesi sahne kenarından yavrusunu alkışlıyor… Ünlü jüri kah kahkahalara boğuluyor kah ‘hayır!’ diye haykırıyor, birinin umutlarını söndürüyor…
Salon eğleniyor, Almanya’daki Türkler aralarından çıkanlara aynaya bakar gibi bakıyor…
Benim yüreğim ağrıyor!!!
Seyretmeyin bu kanalları! Onurunuzu oyuncak etmeyin hokkabazların elinde! Ellerini ağzınızdan sokup midenizi söküyorlar, zehir ekiyorlar ülkenize! Her şeyinizi alıp şebekleştiriyorlar sizi. Küçücük çocuklarımız kan ter içinde kötü kopyalar olarak sahnede kıvranırken, kıs kıs güldüklerini duymuyor musunuz?
Siz seyrederken kanınızı emiyorlar, meze yapıyorlar içkilerine beyninizi!
Görev ne diye soranlar!
Görev küresel efendilerin medyasını işlevsiz kılmaktır… İzlemeyerek!