Kardeşlerim;
Bizler, mâzimizi yüreğimizde canlı tutmak zorundayız. Unutmayalım ki, mâzinin bittiği yerde, millet biter, insan biter, iz’an biter. Millet, tarihinden ibârettir. Onu tarihinden sıyırırsanız, geriye insan sürüsü kalır. Yeni eserler ve yeni nesiller, mâzinin devrettiği unsurların zenginliği nisbetinde canlı, güçlü ve devamlı olur. Milletlerin bekâsı; hassas, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sâhip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, Çanakkale destânını ninni yapan nesil, îmânına, milletine ve bütün maddî-mânevî değerlerine sâhip çıkacaktır.
BUGÜNLERE NASIL GELDİYSEK YARINLARA DA ÖYLE GİDECEĞİZ BU GİDİŞLE...
“Victor Hugo; “Bir okul açan bin hapishane kapatır.” demiş. Bizde okullar çoğaldıkça hapishanelere ihtiyaç artıyor. Çünkü manevi temeller üstünde yükselen bir terbiye sistemimiz yok. Yalnız bilgi vermekle ahlaki itiyatlar kazandırılamayacağını düşünmüyoruz. Bütün yükü maarifin zaten çökmüş omuzlarına da yüklemeyelim. Memleketin manevi havasını tazelemek lazım. Pencereleri ardına kadar açalım. Zehirleniyoruz. Kendimizi kaybetmek üzereyiz.”
(Peyami Safa, Tercüman, 4 Eylül 1959).”
***
MARTAVAL OKUYORUZ, SUYA YAZIYORUZ!
Ülkemde basılan kitapların %90 ı tercüme. Yani telif eser üretemiyoruz. Çünkü bilim üretemiyoruz. Çünkü okumuyoruz. Aslında iyi ki okumuyoruz diyesim de var. Okumayan zır cahil, okuyan yanlış bilgi zehirlenmesinde; yarı aydın. Yani enformatik cühela.
Allah'ın (C.C.)Kutsal Kitabımızdaki Ilk Emri "OKU!" Alak (yaradılış suresi) yani. 4. ayette Kalemden bahseder. İkinci inen sure de Kalem suresi. Yani eşittir Mürlüman okur-yazar olan kişidir.
Türkiye'de Kitap Okumaya Ayrılan Süre Günde 1Dakika !!!
Dijital Araştırmalar Yapan İngiltere Merkezli "we are Social"in 2017 Raporuna Göre Türkler Cep Telefonu İle Günde ortalama 2 saat 59 Dakika(180dk),Televizyon Karşısında ise 2 Saat 14 dakika (134dk.) Vakit Geçiriyor. !!!
Türkler İçin Kitap Okumak İhtiyaç Listemizde 235.Sırada!
Küresel Rekabette Bu Rakamlarla Nasıl Avantaj Sağlayabiliriz ki?!!!
MİLLİ VE YERLİ KODLARA İHTİYACIMIZ VAR ÇOCUKLARIMIZI YETİŞTİRMEK İÇİN.
Adım kadar eminim ki ilkelerle yetişen çocuk, başarılı, öz güvenli olacaktır...
- Çocuklar bizim değildir, bize verilmiş emanetlerdir. Halil Cibran
- Küçük olan sadece bedenleridir. Başlı başına bireylerdir.
- Meslek seçimleri için özendirici olabiliriz. Asla belirleyici olmamalıyız.
'' SEVDİĞİ İŞİ YAPAN ÖMÜR BOYU TATİLDEDİR '' diyor Konfiçyus
- Yaşamını çalışarak kazanabileceğini kavramalıdır. Varlığı da yokluğu da paylaşabilmelidir.
- Çocuk kendisine ait her işi yapmalı, ev işlerini de paylaşmalıdır.
'' ACIRSANIZ, ACINACAK HALE DÜŞER ''
- Ödevleri sadece onun işidir. Zaman planlamasında yardımcı olabilir, özendirebilirsiniz O KADAR..
- Ders başarısı sorumluluğudur. Ödülle yaptırmaya çalışmak rüşvet ve şantajı öğretmektir.
- Merak, kuşku en önemli öğrenme dürtüsüdür. Asla engellenmemeli. Yaşı ne olursa olsun ciddiye alınmalıdır.
- Sorularına hazır cevaptan çok, kendi bulması için onu yönlendirebilirsiniz.
- Oyun yemek kadar temel ihtiyaçtır. Birlikte yapabileceğiniz zaman planlamasında yer verilmelidir.
- Yaramazlıklarını hoş görmelisiniz. ALLAH KİMSEYE USLU ÇOCUK VERMESİN...
- OYUNCAĞINI KIRMAYAN ÇOCUK ANORMALDİR. :-)
- Çocuğunuza verebileceğiniz en değerli şey eşinizi sevdiğinizi hissettirmektir.
- İşiniz ne olursa olsun, çocuğunuzla paylaşacağınız etkin zamanınız kesinlikle olmalıdır...
- Evle ilgili konularda görüşünü almalıyız. Mümkünse kararları mini aile toplantısıyla yapabilmeliyiz.
- Zaman zaman randevu alarak okul ziyaretlerinde bulunup iş birliği yapılmalıdır... Önemsendiğini hisseder.
- Olumsuz ifadeniz ( küçüksün, yapamazsın, kırarsın ) onu geriletir, edilgen ( pısırık ) yapar.
- Kararlı dozda övmeli, her başarısını tebrik etmeliyiz...
- Her koşulda cesaretlendirmeliyiz...
- ASLA kimseyle kıyaslamamalıyız. Utandırıp mahcup etmemeliyiz. Onurlu, başı dik olabilmelidir.
-Eşinizden boşanmanız çocuğunuzdan bosanmaniz demek değildir. ONU her istediğini vererek şımartmamak da gerekir.
- Her zaman muhatap kabul edip yumuşakça konuşmalıyız. Yüksek sesle veya sert konuşmanızı duymaz bile.
-Çocuklara yokluk eğitimi vermeliyiz.
-Ders değil dert vermeliyiz..
-Çocuklara sabrı,şükrü ,teşekkürü ögretmeliyiz.
-Bu güzel vatanımızda zorunlu DÜN eğitimi vermeliyiz.Bilelim ki tarihini bilmeyenin coğrafyası değişir.
İSTEKLİ HALE GETİRMEDEN, EĞLENDİRMEDEN EĞİTEMEYİZ. Coşkulu, atanmış değil ADANMIŞ ÖĞRETMENLER gerek bize..
Testi kapalıysa, çeşme dolduramaz.
Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar. İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.
Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canlan, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar. Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.
20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?
Evlerini nasıl idare edebilecek?
Ülkeyi nasıl yönetecek?
Vatanı nasıl savunup can verecek?
Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.
Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber.
Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar.
Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.
Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar.
Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.
Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar.
Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.
Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz.
Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar……
Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın….
Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize. Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı. Geç kalınmadan bu sorun mutlaka b Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek… *** Rockefeller' in sahip olduğu Red House firması 1894 yılında ilk Türkçe-İngilizce sözlüğü hazırladığında şaşkınlığını gizleyememiştir. Türkçe kelimelerin sayısı 900.000 civarındadır. İngilizce karşılığı olan kelimelerin sayısı ise 700.000 dir. Şu an ise en baba sözlükteki Türkçe kelimeler 20.000 civarındadır. Üniversitelerimizin durumu ortada. 184 (özel üniversitelerin sayısı 67) üniversitemizde 325.000 öğretim üyemiz var. 45.000 civarıda eksiklikten sözediliyor. Mevcut hocalarımızın yarıdan fazlası intihalci. Ki üniversitelerimizin fen bilimlerine olan ilgisi güdük. Özel üniversitelerimiz kafeterya gençliği içerikli. Biz ise evlatlarımızı üniversite eğitimi hedefli yetiştiriyoruz. Bu düşüncesiz sistem herkesi devlet memuru olmaya yönlendirmiş durumda. Milli eğitimin açmazları ise bir değil, iki değil. Formal eğitimdeki kaos geleceğe dair belirsizlikler arzetmektedir. İnformal eğitim maalesef toplumun ve yöneticilerin gündeminde bulunmamaktadır. Çocuk edebiyatı, çizgi filmler, oyun ve oyuncaklar hususunda stratejik gerçeklik konusu en ıskaladığımız hayati konular. Hele hayatımızı bütün alanlarıyla işgal eden kültürel erazyon özelliler gençlerimiz üzerinden geleceğimizi de tehdit etmektedir. "Bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız dilini yok edib diyen Konfüçyüs'ü ciddiye almak lazım. Dilimizin kimliğimiz olduğunu unutmayalım. Kimliğini yitiren toplumlar kişiliksiz bireylerin oluşturduğu toplumlardır.
KALBE GİDEN YOL DİLDEN GEÇER!
AĞLAYARAK GELDİĞİMİZ DÜNYADA 4 DİL KONUŞURUZ ASLINDA;
1. CAHİL TOPLUMDAN VE SİSTEMDEN DOLAYI YETERSİZ KELİME DAĞARCIĞINA DAYALI ANA DİLİMİZ.
2. KELİMELER YETMEYİNCE BAĞIRARAK KONUŞURUZ. ÖFKENİN KONTROLÜNDEYİZDİR ARTIK.
3.BAĞIRMA DA YETMEYİNCE KÜFRETMEYE BAŞLARIZ, HAKARETE FİLAN.
4. YİNE YETERSİZ KALIRSAK KENDİMİZİ ANLATMA DA...BU KEZ KULLANACAĞIMIZ DİL ŞİDDET DİLİDİR. DÖVERKEN DE SEVERKEN DE AYNI DİLİ KULLANIRIZ. DAYAK CENNETTEN ÇIKMADIR DERİZ BİR DE UTANMADAN.
KİTAP OKU, KELİME HAZİNEN ZENGİNLEŞSİN! SONRA DA ADAM GİBİ KONUŞ...
Çözülme insanların kendi aralarındaki iletişim yeteneklerini yitirmesiyle başlar. Mevlam iki kulak bir ağız vermiş insana. Bir konuşsun iki dinlesin diye. Biz se hep konuşuyoruz. Ekranlar boyu, kürsüler, minberler boyu. Kahvelerde, meclislerde, sokaklarda. Herkes te aliyyül ala! Herkes herşeyin uzmanı. Herşeyi biliyoruz, haddimiz hariç. Bütün söylediklerimiz hepten doğru. Aksini düşünmek ne mümkün? Kibir kaplamış yüreklerimizi. Kimseleri beğenmiyoruz. Doğrunun kıblesi egomuz olmuş.Deney, araştırma, okuma yok. İçimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce car car edip duruyoruz.
Şunca bilene rağmen sorunlarımız günden güne katmerleşmekte. Kimseninde çözüm için bir şey yaptığı yok.
Evlerimiz, şehirlerimiz birer günah galerisi. Samimiyetten tık yok. Tıklanma sevdası herşeyin önünde.
Pişmanlık alametleri sergileyemiyoruz. Nedamet getiren nerde?
Hep ben demiştim küstahlığı.
Kendi gürültümüzde boğuluyoruz, nafile.
Bi susun yahu! Ki bir milletin ahlakı dişleri gibidir. Çürüdüğü nisbette acısını hisseder.
Toplumları güden çobanlar arasında 2 çeşit çoban vardır: Yüne ilgi duyanlar ve buta ilgi duyanlar. Hiç biri koyunlara ilgi duymaz.Kanaatini ve kalemini satmışlar vardır vicdandan dem vurur. Vurguncular vardır ağızlarından fazilet sözü düşmez.Çifte pasaportlular vardır vatan diye haykırır.Bazı iyi niyet sahipleri de bunların hepsine inanır.Gel de bunların arasında huzur içinde yaşa..Yarım hakim maldan yarım hekim candan, yarım hoca da imandan eder.Ben sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum. Toplumu iyiye güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe baş kaldırmamışsa o kişi namussuzdur benim için...Kendi halkının menfaatlerini savunmaktan aciz olanlara dikka ediniz.Aydınlık ve karanlık arasındaki bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanısıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.Ne gördüğüm hakikatı gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım.
Zehir kadar acı da olsa hakikat ilacını içiniz.
Babilin kuleleri gibi kısa sürede dikiliverdiler Kabe’yi kuşatan modern yapılar bir kültürel işgalin iştahıyla. Kabe ise Osmanlı sonrası İngilizlerce çizilen haritalar gereği uzun süredir Suud kraliyetince mahzun bir mapusluk altındadır. Yüzyılın karabasanı kültürel emperyalist şeytan, Kabede de Müslümanları rehin almıştır. Kudüs gibi, Kahire, Şam, Bağdat gibi...Endülüs toprakları gibi...İstanbul’un ara sokakları gibi hazin günler solunmaktadır ümmetin tüm coğrafyasında. Şirkin orduları fısktan atlara binmişlerde öyle dolaşmaktadırlar mahallelerinde müslümanların. Müslüman ise gafil, cahil...yani zelildir. Yetimi çok dulu münbittir. Fakirlik makus talihi; maddi ve manevi fakirlik. Fakirlik sofrasının menüsünün ahvali malum;
Namaz, ne kadar da az! Niyet ve samimiyetsiz...
Oruç, obezitenin iftar sofrasında! Çokça tıkınıpta işkembesine eziyet edenlerin geğirtisi yeni bir gökgürültüsü. Gözyaşı yağmurları nerdesiniz?
Zekat, kıt-kanaat! Atıklar ve artıklar bile umut sofrasına katık!
Hac, turizm faaliyeti! Made in china malı seccadeler, digital tesbihler...Çokça da spreyli esans...Kokuşmuşluğumuzu bastırmak için.
Kelime-i şehadet; ilk değil temennide son söz... Yaşarken söylemeyi unutanlar ölürken dile getirmeyi beklemekteler.
OKUMAZ VE YAZMAZ OLDUKÇA DAHA BÜYÜK AFETLERE HAZIR OLALIM.
Sabah ezan sesiyle uyandın.
Sana o ezan sesini duyuran hoparlörü kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
Sonra abdestini alıp namazını kılmak için yatağından kalkarak elektriği yaktın.
Evini aydınlatan o ampulü kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
Abdestini aldın, namazını kıldın, kahvaltını yapmak için buzdolabını açtın.
Yiyeceklerini koruyan o buzdolabını ve de çamaşırlarını yıkayan o çamaşır makinesi, bulaşıklarını yıkayan o bulaşık makinesi gibi evindeki beyaz eşyaları kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
Kahvaltını yapıp işe gitmek için evinden çıktın.
Seni işine götürecek o otomobili, o otobüsü, o treni, o tramvayı, o vapuru, kısacası o tür araçları kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
Derken telefonun çaldı, açtın.
O telefonu kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
İşyerine geldin, televizyonunu açtın.
O televizyonu kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
Ardından bilgisayarını da açtın.
O bilgisayarı kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
Bir ara başın ağrıdı, bir ilaç aldın.
Baş ağrısı ilacı gibi en hafif ilaçlardan kanser ilaçları gibi en ağır ilaçlara kadar hastalıklara derman olan o ilaçları kim icat etti biliyor musun?
Bir Müslüman icat etmedi.
İlaçların yanı sıra hastalıkları teşhis eden, tedavi eden tıbbi araç gereçlerin hiçbirini bir Müslümanın icat etmediği gibi.
Bindiğin bisikletten uçağa kadar, dikiş makinesinden makine üreten makinelere kadar, insanlara hizmet eden, insanların hayatını kolaylaştıran hiçbir şeyi bir Müslümanın icat etmediği gibi.
Müslümanların bundan üzüntü duyması gerekmez mi?
İnsanlığa hizmet eden, insanların hayatını kolaylaştıran hiçbir şeyi niye bulamıyoruz diye düşünmemiz gerekmez mi?
Biz Müslümanların bilim, teknoloji üretemediğimiz gibi, niye dünya çapında sanat ürünleri üretemiyoruz diye kendi kendimize sormamız gerekmez mi?
Bakıyoruz da bilimde en ileri giden ülkelerin insanları, en çok kütüphaneye giden insanlar.
Bakıyoruz da bilimde en ileri giden ülkelerin insanları, en çok gazete, kitap okuyan insanlar.
Günde beş vakit ibadethaneye gider de niye yılda bir vakit bile kütüphaneye gitmez çoğu Müslümanlar?
Yine bakıyoruz da bilimde en ileri giden ülkeler, sanata en çok önem veren ülkeler.
Bakıyoruz da bilimde en ileri giden ülkeler, hiçbir beyinsel üretimi yasaklamayan ve de günah saymayan ülkeler.
İşte o ülkelerin insanları, insanlığa hizmet eden icatlar yapıyor.
İşte o ülkelerin insanları Ay’a gidiyor.
İşte o ülkelerin insanları Mars’ta yaşam alanı kuruyor.
İşte o ülkelerin insanları, daha geçenlerde yaşanacak yedi yeni gezegen buluyor.
Eller uzaya gidiyor; Müslüman alemi bu yarışta hep yaya kalıyor.
Bırakın bilim, teknoloji üretememeyi, 1 milyar 600 milyon nüfustan ve 63 ülkeden oluşan Müslüman aleminin toplam üretimi, 80 milyonluk Almanya’nın üretimini bile bulmuyor.
Müslüman aleminin en güçlü ülkesi Türkiye, Konya büyüklüğündeki Hollanda’nın bırakın sanayi ürünlerini, tarım ürünlerinin beşte birini bile üretemiyor.
Ne yazık ki gelişmiş ülkeler ile Müslüman alemi, Mars ile Kars kadar birbirine uzak bulunuyor!
***
İNSANLIK SINAVINI KAYBEDİYOR...
*Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken, milyonlarca hamburger obezleri aldıkları yağları eritmek için milyarlarca dolar parayı kilo vermek amacıyla harcıyorsa,
*Yine 20 milyon çocuk açlıktan ölürken, bir tişörtü veya bir gömleği iki kere giymekten utanan bir gençlik hızla çoğalıyorsa
*Dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan var ise,
*15-16 yaşındaki gençlik, ipad alabilmek için bir böbreğini satar hale gelmişse
*Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin % 90'ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder varsa,
*Afrika kıtasından her sene 8.5 milyar $ değerinde pırlanta çıkmasına karşın, açlıktan ölenler ençok bu kıtadan çıkıyorsa,
*Dünya ünlülerinin yüzde 60’a yakını kokain kullanıyorsa,
*2005'te uyuşturucu kaçakçılığının yarattığı rant 429 milyar dolar, bu rakam Türkiye ekonomisinin de neredeyse 1.3 katı…Bu rakamlar, 163 ülkenin de milli gelirinden fazla hale gelmişse,
*Yurdumuzda uyuşturucu kullanma yaşı 10’ lu yaşlara düşmüşse,
*BM raporlarına göre 2012’de cinayeten öldürülen insan sayısı yarım milyonu bulmuşsa,
*Her 5 kadından 1'i hayatlarının bir noktasında tecavüz uğruyorsa ( ABD'de bu sayı 4'e düşmektedir.) veya tecavüze teşebbüs kurbanı oluyorsa,
*Dünya kadın nüfusunun %10'u hayatlarının bir noktasında tecavüze maruz kalıyorsa
*Dünya çapında tecavüz kurbanlarının %10'unu erkekler oluşturuyorsa,
*Her 4 kız çocuktan biri ve her erkek çocuktan biri 18 yaşına gelmeden cinsel istismar veya tecavüzle karşılaşıyorsa,
*Tecavüz kurbanlarının %70'i tecavüzcüyü tanıyorsa,
*Tecavüze uğrayan kadınların %54'ü bunu 18 yaşına gelmeden yaşıyorsa
(Güney Afrika'da hergün 147 kadın tecavüze uğramaktadır. Fransa'da her yıl 25.000 kadın tecavüze uğramaktadır. ABD'de her 90 saniyede bir 1 kadın tecavüze uğramaktadır.)
*Türkiye'de kadınların %16.3'ü sık sık aile içi tecavüze uğruyorsa (ensest)
(Adalet Bakanlığı 2002-2008 arasında 61 bin 469 tecavüz olayının yaşandığını açıkladı. 2009-2011 yılları arasında ise toplamda 29 bin 980 tecavüz suçu işlendi)
*Türkiye'de her 4 saatte bir tecavüz veya tecavüze yeltenme suçu işleniyorsa,
*Yine Türkiye’de tecavüze uğrayan kız, tecavüzcüsü ile evlendirilmesi normal olarak görülüyorsa,
*Dünya Sağlık Örgütünün açıklamasına göre Dünyada her 40 saniyede bir kişi intihar eder hale gelmişse,
(Amerikada yılda 30 bin kişi intihar ediyor. Türkiyede son 10 yılda 25 bin kişi intihar etmiştir.Türkiyede son otuz yılda intihar etme oranı yüzde 440 oranında korkunç bir oranla yükselmiştir.)
*Türkiyede ekmek israfı yılda 450 bin tonlara ulaşmışsa,
Türkiyede bir yılda çöpe atılan 2.1 milyar adet ekmeğin parasal değeri 1,5 milyar TL yani eski para ile 1.5 katrilyon lira…Bu para ile 80 hastane, 500 okul yapılabilir. (Dünyadaki israf oranını yazmaya rakamlar yetmiyor)
*Türkiye gibi Müslüman bir ülkede 100 bine yakın hayat kadını vesikalı olarak çalışıyorsa,
*2008 yılı verilerine göre gelişmiş ülkelerde yılda 6 milyon, gelişmekte olan ülkelerde 38 milyon kadın kürtaj oluyorsa,
*Fuhuş tüm dünyada hızla artıp, aile kavramı değerini yine aynı hızla yitiriyorsa,
*Hırsızlık, yolsuzluk, cinayet, alkol tüketimi son 20 yılın en yüksek rakamlarına ulaşıp tavan yapar hale gelmişse,
*İsrail cinayetlerinden sonra, bir terörist örgüt, kelime anlamı barış olan Yüce İslamı lekeleyip güya din adına yapıyorum diyerek insanları tavuk gibi katledip ortalığı fütursuzca kan gölüne çevirebiliyorsa,
*Emperyalist zorbalar, mazlumları keyfe keder katlederken diğer taraftan bu zulümlere engel olması gereken devletler susar hale gelmişse, bağlı olarak İslam aleminin sefahat yaşayan zengin ülkeleri de “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen bir hale gelmişse,
*Petrolün sarhoşluğu ile İslamiyeti hayatlarından kovup, her türlü ahlaksızlığı mübah gören bazı Arap ülkeleri şımarıklıkta ve azgınlıkta Firavun’u geçmişse
* Dünyaya tapan insanlar, yerin göğün sahibi olan Allah’ın tahtına kapitalizm adı verilen sahte tanrıyı oturtmuşlarsa,
VERİLECEK HESABIMIZ YOK. PERİŞANIZ.
Toparlanmalıyız. Acilen hem de! Özümüze dönmek mecburiyetimiz var. Yani Kuran, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı Fukaha hem Akaid olarak hem de ilmihal olarak çizgimizi belirler.Lakin...İnancımızı bidatlarla,uyduruk menkıbelerle, hurafelerle, israliyatla da işgal etmek isteyenlere karşı da uyanık olacağız. Özellikle kökü dışarıda olan oryantalist dinbazlara, diyalogçulara taviz veremeyiz.
Bakın Türkiye'de Ehl-i Sünnet tabelası altında çokça müessese var. Çoğunun birbirleriyle dalaşması da manidar.
Dine dayalı geçim mekanizması oluşturmuş kurumları sorgulamalıyız.
Uydurulmuş din, bize Kuran yeter gibi yakıştırmalarda bulunanların niyetlerinden ne kadar uzak durmamız gerekiyorsa gerici, dogmatik tayfayla da mesafemize dikkat etmeliyiz.
Dinin muhatabı sensin kardeşim. Elbette bu dinin alimleri, hocaları, öğretmenleri olacaktır. Onlara karşı hürmetli olmak elbette mühimdir. Bu demek değildir ki aklımızı, imanımızı bu insanlara teslim edelim. Sorgulamayı asla elden bırakmamalıyız.
İman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye edenlerden olmak duasıyla.
Asrın en büyük fitnelerinden biri de bu tür grupların holiganı olmaktır.
Müminler birbirlerine karşı yumuşak ve şefkatli, kafirlere ise şedittirler.
Ancak Müminler kardeştir.
Küfür tek millettir.
İnsanların en hayrlısı insanlara karşı en faydalı olandır.
Din güzel ahlaktır.
Mümin o kimsedir ki elinden, dilinden, belinden zarar umulmaya!
Dinde zorlama yoktur hasılı.
***
EY KAVMİM!
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın.
Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın…
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını,
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını, ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına…
Tanrıya yakarır, ama firavunlara taparsın. Musa Kizildeniz’i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin. ....
Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın.
Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın.
Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka şeylere ağlarsın.
Gündüzleri Maria Magdalena’yi orospu diye taslar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın.
Zebur’u, Tevrat’ı, Incil’i, Kuran’ı bilirsin.
Hazreti Davud için üzülür ama Golyat’ı tutarsın.
Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut kavminden de değilsin, hazdan olmayacak mahvın.
Ama sen kendi acına da yabancısın.
Kadınların siyah giyer; kederle solar tenleri ama, onları görmezsin.
Her kuytulukta bir çocugun vurulur, aldırmazsın.
Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin… Ve nefret edersin dilencilerden.
Utancı bilir ama utanmazsın.
Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.
Bütün seslerin arasında yalnızca kırbaç sesini dinlersin sen.
Ey kavmim…
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Sana yapılmadıkca işkenceye karşı çıkmazsın.
Senin bedenine dokunmadıkça hiç bir acıyı duymazsın.
Örümcek olsan, Hazreti Muhammed’in saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin.
Her koyun gibi kendi bacagindan asılır, her koyun gibi tek başına melersin.
Hazreti Hüseyin’in kellesini vurmaz, ama vuranı alkışlarsın.
Muaviye’ye kızar, ama ayaklanmazsın.
Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin, beni hiç dinlemezsin.
Ölülerine dönüp de bakmazsın.
Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın.
Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.
Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.
Komşun aç yatarken, sen tok olmaktan hayâ etmezsin.
Musa önünde Kızıldeniz’i açsa, o denizden geçemezsin.
Tanrıya inanır, ama firavunlara taparsın.
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın.
Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın…
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını,
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını, ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına…
Tanrıya yakarır, ama firavunlara taparsın. Musa Kizildeniz’i açsa önünde, sen o denizden geçmesin.