Mesela, Haydarpaşa Tren Garı olmasa Anadolu’dan gelenlere kim hoş geldin deyip, gurbetin ilk rehavetini attıracaktı. Mesela, boğazı öpen kubbesiyle rahmete kapı aralayan Kılıçali Paşa Camii olmasa, Tophane Yokuşu’ndan inenler nerede ferahlayacaktı. Mesela, 7 tepenin kandillerinden Beyazıt Camii ve Külliyesi olmasa, sahaf çarşısını, çınaraltı sohbetlerini, yangın kulesini kim hatırlayacaktı.
Fakat heyhat ki, bunca elzemliklerine rağmen, bu eserler ne kadar yetimmiş meğer. Elektrik kontağından çıkan yangınlar olmasa; ne yolcuların, ne de şadırvanlarında paklananların bir haber vereceği yok bu medeniyetimizin ulaklarından.
Yine heyhat ki, hatırlanmak için yangınlardan medet umar hale gelmiş eserlerimiz. Gerçeklerle arasına duvar örenlerin, ateş tünellerinden yükselen feryatlara “bir zamanlar İstanbul’da bunlar da yaşandı, yazık ki kayboldu bu güzelim fotoğraf” ifadeleri yapışıyordu.
***
Fotoğraflar kaybolsa da, zamanı geldiğinde hatıralar hatırlatır kendisini... Son yıllarda şahit olduğumuz yangınların fotoğrafına bakarken, geçmişin kareleri akmaya başladı gözlerimin önünden...
İstanbul’a ilk adım atışımda aha burası Haydarpaşa Garı diyorlardı... Rayların bitiminde koca bir bina duruyordu, üstelik ne filmlerde gördüklerime ne de kartpostallardakilere hiç benzemiyordu. Üzerinden savaşlar, sabotajlar, yangınlar, hatalı restorasyonlar ve yıllar geçmesine rağmen II. Abdülhamid Han’ın hayallerini ne kadar da güzel tasvir ediyordu. Rayların diğer ucunda Hicaz olduğundandı belkide.
Koskocaman kapılarından dışarı adım attığımda çarpıyordu İstanbul beni... Bilemiyorum, farkında değilim; belki de yanımdaki herkesi... Efsunlu bir sessizlik “bu kadar minareyi hiç bir arada gördün mü?” diyordu. Kendimden geçmiş bir şekilde “görmedim” diyordum. O kadar.
Sonra yavaş yavaş mermer basamaklardan iniyordum, fakat kendimde değildim. Elimde tahta bavulum olmadığı halde, şehir hatları vapuru ile İstanbul’a gidiyordum... Fakat arkamda kalmıştı, içinde heyecandan bîtap düştüğüm Haydarpaşa...
Yıllar sonra “Haydarpaşa yanıyor” (28 Kasım 2010) dediklerinde kartpostal gibi belleğime astığım bu resmi hatırladım. Bir de ilk gördüğümde bir türlü objektife sığdıramadığım İstanbul’u... Artık İstanbul’u Haydarpaşa’dan değil, Haydarpaşa’nın yanışını İstanbul’dan seyrediyordum...
****
Bir yangınla diğer yangınlara yol alıp, geçmişi hatıralarda yaşıyordum... Dün 23.30’da lapa lapa yağan karın altında kalkan “son tren”le, Haydapaşa ile ben de üşüyordum. Sıla özlemiyle yanan yüreğimi, rayların en sonundaki beldeye gönderiyordum.
SABRİ GÜLTEKİN